Stockholm 2008

                              
2007 senesinde dünyanın en yaşanılası şehri seçilmiş olan İsveç’in başkenti ve en büyük şehir olan Stockholm’e can arkadaşım Ece’nin tez çalışmaları nedeni ile 2008 yılının soğuk mu soğuk kış günlerinde gittik.
Vikipedi bilgilerine göre, tüm İsveç nüfusunun %21’inin yaşadığı ve İsveç sanayisinin %35’inin bulundğu bir merkez Stockholm, bana göre ise dünyanın en uzun bacaklı bayanlarının ve fazla bakımlı erkeklerinin de bulunduğu bölge J
İsveçliler dutch kökenli bir dil olan İsveççe konuşuyorlar. Ancak bütün halkı aynı zamanda süper İngilizce konuşuyor, bunun en önemli nedeni, tüm filmlerin orijinal dilinde ve alt yazı ile televizyonlarda gösteriliyor olması bence. Dolayısıyla herkeste bir kulak dolgunluğu var.
Saat olarak bizden 1 saat gerideler.
İsveç çok pahalı bir şehir, bu sebeple biraz daha uygun olması açısından merkezden uzak bir otel seçilebilir. Ancak şehirde metro hattı ile her yere ulaşmak mümkün.  Metrolar belli bir saatten sonra azalıyor ancak 24 saat çalışıyor. Zaten yılın yarısından çoğunda karlı olan bir şehir için daha farklı bir alternatif düşünülemezdi.  
En sıcak zamanlarda bile 20 derecenin biraz üzerinde olan hava sıcaklığı nedeni ile bize göre anormal bir iklimi var.  İsveç’te bulunduğumuz tarihlerde hava ortalama sabah 10 civarında aydınlanıyordu ve saat 15 civarı tekrar zifiri karanlık oluyordu her yer. Ben ömrümde böyle soğuk görmedim. Ne bulursam üst üste giydim.
26/11/2008
Sabah saat 10:25’de THY’nin TK1793 sefer sayılı uçağı ile Arlanda Havalimanına’na inmek üzere hareket ediyoruz. Saat 13:30’da inmiş olacağız. Turumuza 5 kişi başladık (Mehmet-Hikmet-Hüseyin Baba, İlker ve ben)
Ece bizi Arlanda havalimanında karşıladı. Stockholm’de ulaşım hiç dert edilecek bir şey değil.
Arlanda Havaalanına ulaştıktan sonra şehre ulaşmak için 2 alternatifiniz var “flygbussarna airport bus” adı verilen servis 40 dakika sürüyor ve 89 SEK, herkesin kullandığı ve neredeyse standart ulaşım yolu “Arlanda Ekspresi” adı verilen tren ise 20 dakikada şehirde oluyor ve maliyeti 220 SEK (ancak biz 25 yaşın altındayız dedik ve 110 SEK’e aldık biletlerimizi J).  Express içerisinde bir adam biletleri topladı ancak kimlik kontrolü yapmadı J
T-Central’de yani ana merkez’de indik. Şehir içerisinde ulaşım metro ve otobüs üzerine kurulu durumda.  Metronun adı Tunnelbana, bu nedenle sembolü M yerine T. Biz buradan 24 saatlik metro kartı satın aldık (100 SEK). (ertesi gün Stockholm kart aldık, bu kart ile metro, otobüs ve müzeler ücretsiz kullanılıyor)
Hotelimiz Scandic, şehrin çok merkezinde değil, T-Central’den yeşil hatta bindik ve Brommaplan’da indik, otelimiz metronun hemen çıkışında. Hotel Scandic, 2 katlı küçük bir otel, otelimize 4 gece için 4950 SEK yani 495 Euro ödedik.
Otelde çok fazla vakit kaybetmeden çıktık ve metro ile Gamla Stan yani eski şehre geldik, saat daha 4 civarında ancak hava zifiri karanlık Jİsveç’in başkenti olan bu şehir birbirine köprülerle bağlı büyüklü küçüklü 14 ada üzerine kurulmuş. Gamla Stan’ın bulunduğu ada ise orta büyüklükte olanlardan. Gamla stan, bana göre Stokcholm’ün en güzel yerlerinden biri, insan zaman makinesi ile kendini orta çağa dönmüş hissediyor. Gamla Stan’daki meydanın adı Stortorget. Arabaların girmediği, eski dar sokakların olduğu küçük bir yer.
Uzun bir caddesi ve dapdar ara sokakları var. Stortorget meydanında yeni yıl için süslenen bir sokakta küçük küçük pek çok hediyelik eşya dükkanları mevcut. Bu meydanda ayrıca “Nobelhuset” yani nobel müzesi var.
Gamla Stan’da Riksdagshuset’da Parlamento Binası (1865 yılına kadar parlamento binası olarak kullanılan bu bina “soyluların evi” olarak anılıyor ve İsveçdeki  güzel yapılardan biri ) ve artık İsveç Kral ve Kraliçesi’nin ikametgah olarak kullanmadığı Kraliyet Sarayı (Kungliga Slottet) var. Saray pazartesileri hariç, 12-15 saatleri arasında gezilebiliyormuş, bunun için tekrar geleceğiz.
Gamla Stan’da çok şirin ve küçücük bir kafede sandviç ve lazanyadan oluşan akşam yemeğimizi yedik. Stokholm’ün en sevdiğim ve aklımda kalan en güzel yerleri tüm lüksten uzak, ev yapımı tadında yemeklerin olduğu sıcacık kafeler olacak.
Kafelerde çok güzel tatlılar var, burada rasberry çok meşhur ancak patlamak üzereyiz, tatlı yiyecek yerimiz kalmadı.
Gamla Stan’da Stora Nygatan sokağında biraz vitrinleri dolaştık, süs eşyalarının satıldığı çok orijinal dükkanlar var, ancak ucuz değil.
Stora Nygatan’dan devam ederek,  Kulturhuset (yani Kültür Evi’ne) vardık ama içini gezmedik. Yürüyerek Nordiska Kompaniet (NK) alış-veriş merkezine geldik( biraz ısınmak için diyelim) buranın alt katında çok güzel bir market var. İsveç tarımcılığın ne yazık ki pek gelişmemiş olduğu bir yer, marketlerde her şeyi bulmak mümkün ancak tamamı ithal. Ancak her şeyin en iyisi en güzeli nerede yetişiyorsa oradan getiriliyor. Türkiye’den bir tek Türk Lokumu gördük J
Marketten bira ve cips aldık, kasada benim ve Ece’nin kimlik kontrolünü yaptılar (demek hala küçük gösteriyoruz) J
NK’nın ilerisinde çok güzel bir park ve içerisinde ücretsiz bir buz pisti vardı, burada kayak yapmak çok sosyal bir aktivite. Gündüzleri paten kiralanabiliyormuş, gitmeden bunu mutlaka yapmamız lazım J
Saat şuanda 9’a geliyor, bugün biraz yorgunuz, o yüzden artık otelimize dönüyoruz.
Gamla Stan’dan tekrar metroya biniyoruz ve otelimizin olduğu Brommaplan’da iniyoruz. Otelimizin hemen yanındaki marketten biraz alış-veriş yaptık. Şuanda saat 21:30, otelimizin lobisinde bira-şarap-cips eşliğinde gecemizi sonlandırıyoruz
27/11/2008
Sabah 8’de kalktık, hava karanlık.
Otelimizde kahvaltı gerçekten keyifliydi. Pek çok bitki çayı, değişik peynirler, ekmekler, reçeller…
Bugün bir tourist information’a gidip, Stockholm kart almamız gerekiyor. İlk hedefimiz. T-central’a varmak.
T-central’de tourist information’dan 3 günlük Stockholm kart satın aldık (580 SEK), ayrıca birde yarın akşam Globen’de at yarışlarına bilet aldık (275 SEK)
Stokcholm kartımız ile yapabileceğimiz aktivitelerimize hemen başladık. Burası gerçekten bir kültür şehri. 
Önce opera binasının önünden geçip, Stockholm sokaklarında yaptığımız yürüyüş bizi Stockholm’ün en eski oteli Grand Hotel’in önüne getirdi (aynı zamanda buranın en pahalı oteli). Buradan Canal tour yapacağımıza sahile indik. Feribot’a saat 11:30’da bindik. Su seviyesinde azalma olduğu için, çizilen rotanın tamamını ne yazık ki yapamadık. Kraliyet Kanal Turu, yaklaşık 50 dakika sürüyor ve Stockholm’un Central Parkı sayılabilecek en büyük parkının yer aldığı Djurgarden (Hayvan Adası) çevresini dolaşıyor. Parlamento Binası’nı ve Kraliyet Sarayı’nı görüyoruz. Binaların bittiği yerde parklar başlıyor. Djurgarden içinde yer alan, geleneksel İsveç evlerinin yeniden yapılarak düzenlenmesinden oluşan Skansen Evleri kanal turumuzda gördüklerimiz arasında. 1891 yılında kurulmuş ve şehrin tek hayvanat bahçesi de Skansen açık hava müzensinin içinde yer alıyor. Kulağımızda kulaklıklar ile dinlemeye çalıştık anlatılanları. Turun son noktalarından biri Stockholm’ün ünlü gemisi Vasa’nın battığı yer.
Turumuz bittikten sonra, National Museum’a gittik (ben pek bir şey anlamadım, ancak bizim mimarlar pek beğendi, benim aklımda kalan sadece Atlas Copco’nun ilk kırıcısı.
Buradan yürüyerek Djürgarden adasına geçtik. Burada görülmesi gereken yerlerin başında Skansen açık hava müzesi ve Vasamuseum geliyor.
Vasamuseum karanlık ancak çok ilginç bir müze. İnternetten araştırdığım kadarı ile tarihçesi şu şekilde:  17.yüzyılda İsveç, Avrupa’nın kuzeyinde Baltık denizinde büyük bir imparatorluk kuruyordu. En büyük düşman güneydeki Polonyalılar/Lehler’di. Bu düşmanla savaşabilmek için İsveç Kralı yeni savaş gemilerinin inşa edilmesi emrini verdi. Vasa bu gemilerden biriydi. Stockholm’de tecrübeli bir gemi yapımcısı Hollandalı Hybertsson geminin inşasına başladı. 64 topun yer alacağı bu gemi ordunun gözbebeği olacaktı. Yapımı üç yıl sürdü. 10 Ağustos 1628 geminin ilk kez denize indirileceği gündü. Bütün şehir Vasa’yı görmek için kanalların kenarlarına dizilmişti. Büyük gösteriler eşliğinde uğurlanan Vasa hareketinin on beşinci dakikasında yan yatmıştı ve top boşluklarından gemi su almaya başlamıştı. Kıyıdaki insanların korku ve hayret dolu bakışları altında geminin batması tam yirmi dakika sürmüştü. Günün sonunda Vasa’nın güvertesinde bulunan 150 kişinin 30’u bu olayda can vermişti. Gemiyi inşa eden Hybertsson tutuklandı. Sonuçta gerçek suçlu bulunamadı. Geminin inşasında herhangi bir sorun yoktu ama o zamanlarda gemiler matematiksel hesaplara göre değil, tecrübeye dayalı yapıldığı için altmışdört topu taşıyacak geminin oranları doğru hesaplanamamıştı.

Yıllarca birçok kişi Vasa’yı Stockholm’ün soğuk sularından çıkarmaya çalıştı ama başarılı olamadı. Ve yüzyıllar boyunca Vasa unutuldu. Vasa büyük uğraşlar sonucu gün ışığına çıktığında tarih 1961 yılıydı. 333 yılın sonunda Vasa Stockholm’ün soğuk sularında ve 30 metre derinlikte bulunduğu çamurun içinde bozulmadan kaldığı yerden çıkarılmıştı.

Şuanda %95 orijinal hali ile sergilenmekte. Müze gemiyi ışıktan ve daha fazla yıpranmak korumak için oldukça karanlık. Geminin tamamı çevresine inşa edilmiş durumda ve altı kat yükseliyor. Her kattaki balkonlardan geminin başka bir tarafını inceleme fırsatınız var. Topların bulunduğu pencereler, güverte, direkler. Muhteşem bir gemi Vasa. Çok heybetli. Üç yüzyıl boyunca sadece yüzde 20 oranında bozulmuş olması hayret verici. Binanın çatısına yerleştirilmiş direkler müzeyi çok daha çekici yapıyor. Stockholm’de mutlaka gezilmesi gereken bir müze Vasa.

Vasa’dan sonraki adresimiz Aquaria Museum, Akvaryum müzede; yaşayan, Amazon tipi bir de yağmur ormanı var. Buranın çıkışında deniz kenarında güzel bir kafede bir şeyler yedik-içtik.
Burada aslında bir de Skansen’i görmemiz gerekiyordu ancak Skansen için daha uzun saatler ayırmak gerekiyor, o yüzden onu Cumartesi gününe bıraktık ve Nordiska müzesine gittik, ancak burası saat 16:00’da kapanıyormuş, bu nedenle gezemedik. Otobüse bindik ve İstanbul’un Nişantaşı’na benzeyen çok güzel mağazaların olduğu bir caddede indik (ne yazıkki adını hatırlamıyorum) yılbaşı sebebi ile çok güzel süslenmiş bir caddeydi, tüm yollarda kırmızı halılar serilmişti. Bu caddenin hemen başında drama oyunlarının sahnelendiği çok güzel bir tiyatro vardı ancak oyunlar haricinde sadece Cumartesi günleri saat 3’te gezilebiliyormuş, bu nedenle içini göremedik.
Buradan çıktık ve tüm caddeyi yürüyerek, Stokcholm’de en iyi akşam yemeği yediğimiz Jenseh’s Bofhus isimli restorana geldik. Buranın en ünlü restoranlarından biriymiş. 6 kişi bir arada yer bulamadık, biz İlker’le ayrı masalarda oturduk.  Aynı anda 2 tane 4 kişilik masa boşaldı ve adam bizim yanımıza diğer grubu oturtup, Ece’leri restoranın en uzak köşesine oturttu (milletimin insanı kadar pratik akıllısını bulmak zor ne yazık ki) J. 2 kişilik, çok güzel et yemekli, biralı yemeğimiz için 357 SEK ödedik.
Restorandan sonraki durağımız Absolut Ice Bar. Burası Stockholm central’in arkasındaki Nordic Sea hotelin altında. Buraya gelinip, bu bara gelinmezse çok yazık olur.  (180 SEK içkili, 125 SEK içkisiz).Absolut sponsorluğuyla oluşturulmuş, tamamen buzdan inşa edilmiş bir bar. İçkiler buz bardaklarda sunuluyor, tüm kokteyller sadece Absolut kullanılarak yapılıyor, içeri girerken, sizin vücut sıcaklığınızdan buzların erimemesi için özel kıyafet giyiyorsunuz. İçerisi eksi 5 derece.  İçeride pek bir numara yok, bir bardak içki içip çıkmak ortalama 20 dakika alıyor. Zaten kısa sürede içkiyi içmek gerekiyor, yoksa votka buz bardağının içinde donuyor. J
Bardan çıktıktan sonra durağımız Stokcholm’ün tek casino’su Cosmopol.  Casino’dan sonra T-bana ile otelimize döndük.  Ece ve Mehmet’in odasında, biralı-şaraplı süper bir sohbet yaptık.
28/11/2008
Sabah otelimizden çıktık. Bence Stokcholm’ün en güzel yeri olan Gamla Stan’a geldik . Burada önce “ “Riksdagshuset” yani parlamento binasını gezdik. Burası 11:30-12:30 saatleri arasında ziyaretçi kabul ediyor, gösterişten çok uzak bir yer.
Daha sonra hızlıca Nobel ödüllerinin verildiği Stadhusset/City Hall/yani belediye binasını ziyaret ettik. 101 kişilik belediye meclisi sıralarında en az 3-4 tane Türk’ün adını gördük.  Akşam burada bir organizasyon sebebi ile bir hazırlık yapılıyordu.
Belediye binasından sonraki durağımız Eski kraliyet sarayı ve Hazinesi ancak tam bir hayal kırıklığı. Adamlarda saltanatın zerresi yok, Osmanlı’yı ve o dönemi düşününce.
Buradan sonraki durağımız Nobel Museum, ancak ondan önce yine sokakların birinde bulduğumuz çok şirin bir kafede sıcacık çikolatalarımızı içiyoruz.
Nobel museum’da pek bir numara yok. Zaten Nobel ödüllerinin dağıtıldığı yer, Nobel Museum değil, Stadhuset yani belediye binasıymış.
Cuma akşamı Stokholm’deki en güzel akşamlarımızdan birini yaşadık. Gamla Stan’dan metro ile Globen’e gittik ve burada Uluslar arası at şovunu izledik. 19:00’da başladı, saatler nasıl gece 23 oldu anlamadık bile. American Cowgirls Chicks adında mükemmel bir şov vardı, Teksas’lı 4-5 kızın at üzerinde yaptığı bu şov bence inanılmazdı, kızlardan bir tanesi sadece 9 yaşındaydı. Stokcholm’de Globen’de bir aktiviteye mutlaka gidilmesi gerekir diye düşünüyorum.
29/11/2008
Bugün kültür turundan biraz uzaklaşmak ve sadece sokaklarda kaybolmak arzusundayız. Biraz tembellik yapıp güne geç başladık.
Öncelikle, ilk gün gördüğümüz parka gidip, paten kiraladık ve 1 saat boyunca buz pateni yaptık. Gerçekten uzun yıllardır yapmamıştım, çok ama çok güzeldi.  Benim artist kocam da eskiden buz pateni yapıyordu, hatta arşivimizi biraz karıştırsam bulurum belki, 6 yaşında Ankara Belpa’da el ele çekilmiş fotoğraflarımız olabilir J
Buradan sonraki durağımız Skansen açık hava müzesi, İsveç’in eski hayatının canlandırıldığı çiflikler, İsveç’e has hayvanlar, aquarium vs ile çok ilgi çekici biryer. 1891 tarihinde kurulan ve İsveç’in geleneksel yaşam biçimini yansıtan, Avrupa’nın da ilk açık hava müzesi. Çömlek yapımı, el yapımı cam, kristal bardak atölyesi yanı sıra; geleneksel tarzdaki evlerin önündeki bahçeler çeşitli sebze, meyve ağaçları ve çiçekler var. Buradaki açık havada yemek ve tatlı satılan küçük dükkanlardan bir şeyler yedik.
Stockholm günlerimiz boyunca biz resmen donduk, ben ömrümde böyle bir soğuk görmedim, ancak buranın halkı çok garip, eğer o gün kar yağmıyor ise kimse çizme giymiyor. Kızların bacak boyu, 1 metrenin üzerinde, mini etek çok moda. Kızlar mini etek ve babet ayakkabı giyiyorlar. Valla ben bu kadar güzel bir millet görmedim.  
Bu arada ya bizim ya bu milletin yanlış bildiği bir şey var. Bizde ayağını sıcak tut derler, bunlar ayağını değil, başını sıcak tutuyor. Minicik etekleri, ince çorapları ve babet ayakkabıları giyiyorlar ama herkesin boynunda kalın bir atkı ve kafasında yünlü şapka var.
Doğurganlık çok düşükmüş, ancak  biz sokaklarda çocuk gezdiren bir sürü insan gördük. Bizde olsa, evladım üşütürsün çocuğu derler.  Bir otobüste konuştuğum İsveç’li bir kız, doğum izninin 18 ay olduğunu söyledi, ve iznin 6 ayını baba, 12 ayının anne kullanıyormuş. Bizim ülkemizde ise doğum izni babalar için sadece 3 gün L
Erkeklere gelince; bu kızların neden Türk erkeklerine bayıldığı belli J Erkekler anormal zevksiz. Bir kere felaket bir skinny modası var, birde Avrupa’nın en büyük gay barı Stocholm’de. Neden acaba J
Buraya kadar gelmişken bir çılgınlık yapmamak olmaz, en ünlü gay bar Torget’in yolunu tutuyoruz buradaki son akşamımızda. Burası Gamla Stan’da bir yer. Valla biz içeri biraz erken girmişiz, ama zaten o saatte girmesek hayatta giremezmişiz, çünkü biz saat 1 civarında çıkarken, kapının önünde anormal bir sıra vardı.
Ece ve ben en güzel akşamlarımızdan birini geçirdik, İlker ve Mehmet ise duvar dibinden pek ayrılamadılar J Hatta öyle ki, fazla içemediler bile tuvalete gitmek zorunda kalmamak için. Valla her milletten gay vardı sanırım kulüpte. Müzikler süperdi, biz Ece ile ortalarda çılgınca dans ettik, adamlar bize dokunmamak ve temas etmemek için aşırı özen gösterdiler resmen J  Normalde gidilen gece kulüplerinde televizyonlarda hep victorias secret defileleri veya fashion TV kanalı açık olur ya, burada David Beckham’ın ve ünlü futbolcuların soyunda odası görüntüleri ekranlarda boy gösteriyordu. Bizim için gerçekten çok değişik bir akşamdı,  Gay olmak bir seçim, bu konuda kesinlikle bir yorumum olamaz, ama “grup yapmak” işi gerçekten çok rezil bir şeydi bence J
Torget’i terk ettikten sonra İlker ve Mehmet acilen, güzel İsveç’li kızların olduğu bir bara gitme ihtiyacı hissettiler J Buadan sonra Pan adında başka bir bara gittik. Yaş ortalaması bence biraz küçüktü ama kocalarımız için akşamın güzel kısmı bu oldu J
Stokholm’de çok güzel bir 5 gün geçirdik.  
Stokkholm notlarımı üzerinden 2,5 yıl geçtikten sonra yazıyorum. Bu 2,5 senede hayatımızda neler neler oldu, hayatımıza bir Edişko girdi (Ece ve Mehmet’in kızı), biz de Zeynep’e kavuşmak için artık gün sayıyoruz  J Kime Kasım ayında İsveç’e gittik biz desem, deli misiniz siz diyor. EVET DELİYİZ, hep deliydik, hep de deli kalacağız J
Print Friendly, PDF & Email
Written By
More from acemianne

Her an gülemez insan :_(

Bu blogda hep ama hep mutlu güzel anılarımız olsun istiyorum… Çok şükür...
Read More

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir